(Önceki yazılar için:
1 -
2)
Epey uzun zaman geçti bu konudaki son yazının üzerinden. Aslında çok da yeni şeyler yok ekleyeceğim ama yine de özellikle 2. yazı üzerine birkaç pekiştirme yapmak iyi olacak. Unutmamak ve paylaşmak için.
Önceki konuyu özetlersek; Canlıların yapısı gereği, sürekli bir güçlü olma güdüsünden ve onun sebep olduğu karmaşık yapılardan söz etmiştik. Birey olarak başlı başına böylesine bir karmaşık yapıyken, insanların teknoloji sayesinde birlikte daha da karmaşık ve güçlü yeni bir yapı oluşturma yolunda olduklarından da bahsetmiştik.
O yazıyı yazdığımda bu konu daha çok bir bilimkurgu hikayesine benziyordu. İnsanlar teknolojik açıdan gelişecek, geliştikçe ve vücutları gelişen teknolojiyle entegre oldukça birbirleriyle olan iletişimleri inanılmaz boyutlara ulaşacak, iş sadece sesli ve görüntülü iletişimden çıkıp duyuların paylaşılmasına kadar varacak ve bunun getirisiyle sanki bütün insanlık tek bir canlı ve her birey de onu oluşturan temel parçaymış gibi davranmaya başlayacaktı.
Son yazımdan bu yana geçen süre, aslında günümüz dünyasının da çok farklı bir halde olmadığını daha iyi farketmemi sağladı. Evet henüz teknolojilerimiz o kadar ilerlemedi ve birbirimizle orada anlattığım şekilde haberleşemiyoruz. Buna rağmen günümüz dünyasının, tek bir insanoğlunun yapacaklarının yanında ne kadar yol aldığını görmek bile bütün insanlığın giderek tek bir yapıymış gibi hareket ettiğini daha iyi anlamamı sağladı. Tek başına, medeniyetten uzak bir yaşam sürdüğümüzde sahip olamayacağımız pek çok şeye ve onların getirdiği kolaylıklara sahibiz. Bugün sahip olduklarımızın arkasındaysa yine bizlerin kurduğu büyük sistem ve organizasyonlar var. Bu kurduğumuz sistem ve organizasyonlar sanki büyük bir vücudun organlarına benziyor. O yapıyı zararlılardan koruyor, üyelerini besliyor, iletişim kurmalarını, ulaşımlarını sağlıyor ve hep beraber gelişiyorlar. Doğrudur yanlıştır tartışılır ancak bu düşünce şekli neden bu dünyada olduğumuzu, neden çalışmamız gerektiğini bir nebze de olsa daha iyi anlamamızı sağlayabilir. Bu yapı için birşeyler yapmamız gerekiyor çünkü onu oluşturan hücreler bizleriz. İstesek de istemesek de mağara adamlarının hayatlarını tehlikeye atarak elde etmek zorunda olduğu pek çok şeyi günlük sıradan bir olay haline getirmiş, onların almak istediği o yolu çoktan almışız ve ileriki nesillerin de bir miktar daha yol almış olmasını sağlamamız gerekiyor. (Çok klişe ve pek birşey anlatmıyormuş gibi dursa da 1. yazıdaki bahsettiğim genlerin bakış açısıyla bakıldığında biraz olsun birşeye benziyor. O bakış açısıyla bakıldığında o mağara adamı da, ileriki nesil de zaten biziz.)
Böyle bakmanın bir şeyi daha açıklamaya yardım ettiğini farkettim. Bugün bu kurduğumuz sistem bir şekilde yıkılsa, bir nükleer savaş ya da göktaşı uygarlığımızı bitirse, bu tek vücut gibi hareket eden yapıya neler olurdu? Büyük ihtimalle teknolojimizin yok olmasıyla dünyanın farklı kesimlerinde hayatta kalanlar tekrar bir araya gelir ve yavaş yavaş yeni sistemler kurmaya başlardı. Eski yapının parçaları yeni bir yapı oluşmasına yardım eder, bu kez de onun parçası olurlardı.
Eğer insan da daha basit yapıların bir araya gelmesiyle oluşmuş karmaşık bir yapıysa, bu teoriyi ona da uygulayabiliriz. Sistemin işleyişini durduracak kadar büyük bir durum oluşursa, yani birey ölürse, bireyi oluşturan yapının daha basit bileşenleri başka yapılarda kullanılacaktır. (Bu yeni bir düşünce değil elbet, bu düşünceyi temel almış pek çok örnek verilebilir. İlk aklıma gelen eşkiyadan: "Korkma sadece toprağa gideceksin, sonra toprak olacaksın, sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin, oradan özüne ulaşacaksın, çiçeğin özüne bir arı konacak, belki, belki o arı ben olacağım.")
Belki ileride teknoloji sayesinde mümkün olabilir aklı ve anıları saklayıp geleceğe aktarmak. Ama bu gerçekleşene kadar, ruhumuz dediğimiz şeye biz öldükten sonra ne olacağını düşünmek ve bunun için kaygılanmak çok gereksiz bir uğraşmış gibi geliyor. (Burada da hazır yeri gelmişken Erkan Oğur' un Bir Ömürlük Misafir albümünün kapağındaki sözleri kopyalamam gerekiyor: "İnsan değil de ağaç olsam. Dallarımın arasından rüzgar esse. Yapraklarım, çiçeklerim meyvelerim olsa! Mevsimleri yaşasam... Köklerimle toprağın derinliklerine sarılsam. Kuşlar konsa dallarıma, yuva bile yapsalar... Böcekler, karıncalar yollansalar içime... Çürütseler oralarımı, ballarım, sakızlarım olsa. Gövdeme bir insan yaslanıp uyusa... Ben bunları hiç bilmesem, sadece ağaç olsam...")
Sonrasında kıymetli ruhumuz için bir ödül yoksa, onca zahmete katlanarak bir ömür boyu çalışıp didinmek neden? Cevabı üstteki paragraflarda. Kendimi mi avutuyorum? Belki de. Ama en azından bu dünyada gördüğüm şeylere dayanarak.